7 Eylül 2015 Pazartesi

Her Şey Saçma

"Her şey saçma."
Gün içinde bu cümleyi, düzenli olarak ve en az birkaç kez kullanırım. Çünkü, yıllardır, hiçbir şeyi tam anlamıyla benimseyemiyor ve dolayısıyla da önemseyemiyorum. Evet, hemen hemen hiçbir şeyi. Heyecanla başladığım pek çok "yenilik" kısa süre içinde, bomboş birer "saçmalık" olarak yerini alıyor hayatımda ve en çok da bu yüzden, bir türlü dikiş tutturamıyorum. İnsanların yaşadıklarında adeta yıkıldıkları birçok şeyle karşılaştım ve bunları aşmam normal olmayan bir biçimde kolay oldu. Soğukanlılığımdan ya da güçlülüğümden değil kesinlikle. Keşke öyle olsaydı ama değil. O kadar boşvermiş bir insanım ki; başarısızlıklar, yenilgiler beni ürkütmüyor. Çünkü, başarısız değil de başarılı olduğum zamanlarda da değişen pek bir şey olmadığını, olmayacağını iyi biliyorum. Hayatımın beni bir kapana sıkıştırmış olduğunu hissedebiliyorum. Çünkü; gerçek hayat ve onun şartlarıyla uyuşamıyorum.
Uyandığımda, gün içinde yapmak zorunda olduğum şeyleri düşünüp, sevmediğim bir şehirde pek azını sevebildiğim insanlarla yaşayıp ve hiçbir şey olmamış gibi insanların beni genellikle gördükleri o "neşeli ve hayat dolu" versiyonumu alıp, beni bekleyen zorunlu sosyal hayata dalıyorum. Birisi bana bir derdini anlattığında onu dikkatlice dinliyorum ve anlattığı durum ne kadar çıkmazlar içinde bile olsa, mutlaka birkaç umutlu alternatif çıkarıyorum o hikayeden. Karşımdakine ”Hep böyle gidecek değil ya, bu bir süreç” derim; üstelik, buna sahiden inanarak söylerim, Pollyanna ile Güzin Abla karışımı biri olup çıktım. Ama söz konusu kendi hayatım olduğunda, ne umutlu ne umutsuzum, sadece tepkisizim. Tabii, bu tepkisizliğimi kimselere göstermem. Rol yapmayı iyi öğrendim ne yazık ki. Beni tanıyıp biraz vakit geçirenler "ne kadar mutlu bir insan" olduğumu söyleyebilirler size, ne bileyim, kendi içimde oturtmuş olduğum bir "iç dengemin" olduğunu. Aslında tam olarak öyle değil. O kadar savrularak ve boş bir şekilde yaşıyorum ki; başarısızlıklarımı, sevilmeyişlerimi, eksikliklerimi sorgulayıp derin düşüncelere dalmıyorum hiç ne zamandır; dalgasını geçemeyeceğim, herhangi bir dost meclisinde konusunu açamayacağım türden bir kötü özelliğim yok. Her eksikliğimi paylaşabilirim samimiyetimin olduğu insanlarla ve bunun sebebi, öyle "kendiyle barışık olmak" falan değil. Paylaşırım çünkü ha o kötü özellik bende var ha yok. Olması ya da olmaması benim için bir şey değiştirmez çünkü dediğim gibi; "her şey saçma.". 
Ama öte yandan; kendi kendime kurduğum, izole dünyam’da mutlu ya da mutsuz da olsam, huzurluyum. Bunu çok net hissedebiliyorum. Dünyayı hiçbir zaman sevemedim ve ben de kendime yeni bir dünya kurdum. İçinde çok az insanın ama pek çok güzel şeyin, kitapların, şarkıların, oyunların yaşadığı bir dünya. Yalnızca, benim gibi “kafası karışık”larla paylaştığım bir dünya. Gerçek dünyaya ise, bir seyirciyim. Kendi dünyamda ev sahibiyim, gerçeğinde misafir.
Şimdi, "ne saçmalıyor" olduğumu düşünüyorsunuzdur muhtemelen, buraya kadarını okumuşsanız. Kendimi anlama ihtiyacı içindeyim ve boşvermişim galiba. Yıllar içinde, beni heyecanlandıran şeylerin neredeyse kimseyi, heyecanlandırmayı bırakın en ufak bir şekilde ilgilendirmiyor oluşunu anlamamla başladı bu “boşvermişlik” hali. Kendi köşeme çekildim ve kendi köşeme çekildikçe bir şeylerden uzaklaştım giderek, günlük hayatın o ana ritminden koptum. Kalbin ana uyarı merkezi Sinoatriyal düğümdür ve o düğüm bir şekilde çalışmaz hale gelirse kalp Atriovetriküler düğümüyle atmaya başlar, kendi kendine ve daha yavaş ve patolojik. Benim durumumda da böyle oldu. İçimde bir şeyler koptu bir zaman önce ve ben uzun yıllardır kendi ürettiğim, hastalıklı bir yaşam biçiminde yaşıyorum. Kendi dünyamda benden mutlusu yok belki ama dışarıdan bakıldığında, sağlıksız, düzeltilmesi gereken şeylerle dolu bir hayat. 
Etrafımdaki pek çok insan, pek çok durum beni "bir horozun düzenli olarak başını yukarı-aşağı çevirip yem yediği, kurmalı masa saati"ni anımsamak kadar heyecanlandıramıyor. Bununla birlikte, nasıl ki umursamıyorsam, umursanmıyorum da. Beni, tıpkı benim dinlediğim gibi sabırlı ve ilgili bir şekilde dinleyebilecek o kadar az insan var ki hayatımda. Anlattıklarım ya da anlatabileceklerim neredeyse kimsenin umurunda değil. Yok olmayı, bir anda, kimsenin beni hatırlamayacağı bir biçimde silinip gitmeyi çok istedim, bunun üzerine çok hayal kurdum. Ama muhtemelen bu dünyadan, mümkün olduğunca az iz bırakarak geçip gideceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder