30 Aralık 2013 Pazartesi

Şemsi Yastıman Üstad, İyi Ki Denk Geldim Sana...


Yukarıdaki şiiri- türküyü dinlemenizi ne kadar çok istediğimi söyleyerek başlayayım söze; şu an, içim yersiz bir coşkuyla dolu anlatamam. Bugün, gün içinde, yine alelade bir eşref saatimde bana eşlik eden türkü radyolarından birinde, her zamanki istek hatlarından birini dinlerken, bir adam arayıp "Şemsi Yastıman’dan Memleket Hasreti’ni istiyorum" dedi ve hiç farkında olmadan beni acayip mutlu etti. Şemsi Yastıman'ı daha önce hiç duymamıştım. Kırşehirli bir halk ozanımız imiş; Muharrem Ertaş’ın, Neşet Ertaş’ın, Çekiç Ali’nin memleketlisi. Allah Kırşehir’i yaratırken suyuna, toprağına henüz günümüz teknolojisi ile çözümlenemeyecek türden bir şey katmış diye düşünmeme bir sebep daha oldu. Yöresel ağızla söylediği, çocukluk günlerini andığı, şimdi dinliyor olduğunuz bu şiirden en hoşuma giden birkaç dizeyi yazayım buraya, anlayabildiğim kadarıyla "kırşehir türkçesi" ile....

Ölmez, sağ olursam bu yaz inşallah,
Sılayı bir daha gormek istiyom,
Kırşehir’e varsam ya ağşam, zabah,
Topraklara yüzüm sürmek istiyom.

Kaman'ı Mucur'u Çiçekdağı'nı,
Kındam Dinekbağı hem Özbağ'ını,
Köylü kentli hastasını sağını,
Görüp bir muhabbet kurmak istiyom.

Hacı Bektaş Ahi Evran Sultanı,
Aşık Paşa Kaya Şeyhi cananı,
İmarette neslim Şeyh Süleyman'ı,
Aşk ile bağrıma sarmak istiyom.

Ne büyüktür zevki yurdu görmenin,
Kaç senenin hasretine ermenin,
Dört bir yanda methedilen termenin,
Şifalı suyuna girmek istiyom.

Halam sağ olsa da, sesim duysaydı,
Ceplerime koftür, iğde koysaydı,
"Şunda yi" diyerek alma soysaydı,
Cevizi de dişlen kırmak istiyom.

Bir de gitsem deyzem beni görseydi,
İçi çokelikli dürüm dürseydi,
Hele azıcık da sızgıt verseydi,
O an pirzolayı yermek istiyom.

Söğürmelik bir et çıksa satırdan,
Höşmerimle mantı gitmez hatırdan,
Kuşlukleyin hedik gelse tandırdan,
Çölmeğin içine girmek istiyom.

Bir hağbe kemeyi yüklesem sırta,
Çıksam bir alamaç yapacak sırta,
Beş gö suvan, üç kaynamış yımırta,
Yufka ekmeğiynen dürmek istiyom.

Bir dügün olsa da bir kayın gitsek,
Dokuz butlu tavuk lafını etsek,
Tam pilavı gelse yisek tüketsek,
Davullu zurnalı dernek istiyom.

Harmana denk gelse, düvene binsem,
Şöyle dabaz olup, kaşınsa ensem,
Acık bağ bellesem, acık dinlensem,
Çayıra bir pala sermek istiyom.

Bağ bozumu üzüm haftına batsak,
Bekmez kazanına ayvalar atsak,
Boranıynan damla şiresi datsak,
Arı soksa, çamır sürmek istiyom.

Üç arkadaş şöyle bir bahça bulsak,
Çalpıdan hatlayıp, bir üzüm yolsak,
Sağıbısı dutsa da, bir rezil olsak,
O datlı günlere ermek istiyom.


Şemsi Yastıman’ı ve bu şiirini hiç bilmeden yaşayıp gitmek benim açımdan büyük eksiklik olurmuş... Şemsi Yastıman üstad, iyi ki denk geldim sana.

26 Aralık 2013 Perşembe

Aslında Söz Senin

Büyük çoğunluğunun "Müslüman" olduğu bir ülkede dünyaya geldin. Erkek çocukları “siktir lan versene topumu” derken, sen; “şştt ayıp açma bakayım eteğini” diye uyarıldın. Sınıfta bunaldığında biraz kaykılayım dedin ama karşı sırada eteklerinin altını nişan almış bir erkek bakışı görüp hemen oturuşunu düzelttin. Çıktığın çocukla olay cinselliğe geldiğinde “acaba nasıl olacak ki?” sorusundan çok “acaba el alem ne der?” diye düşündün. İşte tam o sırada düğmelerini açmaya çalışan çocuk da “kızım uğraştırma ya” diye düşünüyordu. Sen topluma kilitlendiğin sırada o senin kokunla sarhoş olmakla meşguldü. Senin gözünün önüne tanıdıklarının yüzleri gelirken, o biri bile görse vazgeçmeyecek kadar heyecanlıydı. Senin sonraki ilişkilerinde daha önce sevişip sevişmediğini merak eden ve belki de bu konuya giren erkekler oldu. Sağdan soldan dedikodu yapılmasından korktun. Birisinin sünneti bile davul zurna düğünlerle kutlanırken, senin ilk adet görmen utanılacak bir şey gibi kafana işlendi. Senin bir tek suçun vardı, kadın olmak!
Bunu sana söylemeye utanıyorlar, cennet anaların ayağı altında diye zırvalıyorlar. Halbuki sana layık gördükleri sosyal ahlak bu anlattıklarım gibi. Senin halbuki en güzel halin, en özgür halin. Bunu hala öğrenemediler. Pardon, ben bir erkek olarak konuştum...
Aslında söz senin...!

21 Aralık 2013 Cumartesi

1986-1991 Arası Doğan Kızların Küçükken Kayahan'a Aşık Olması

Bugün çok değişik bir konuyu ele alacağım bu soğuk Denizli akşamında. Değişik çünkü çok ilginç, başlıkta da görebileceğiniz gibi "küçükken Kayahan'a aşık olan kızlar" var. Bunun sosyolojik analizini yapacağım izninizle, sosyolojik analiz evet. Şimdiki ergenler bilmez, zamanında Kayahan diye bir amcamız vardı, kıvırcık saçlı, gitarlı falan. Aşk şarkıları yazardı, epey de popülerdi hani bir ara. "Emrin olur, bir yemin ettim ki dönemem, bir aşk hikayesi" falan böyle uzayıp giden bir çok şarkı. Ben açıkçası kendisinden pek hoşlanmazdım. Seveni olduğu kadar sevmeyini de çoktu çeşitli sebeplerden ama bir çok kızın küçükken Kayahan'a aşık olduğunu duymam beni şok etti. Bu kanıya nasıl vardım? Çok farklı zamanlarda 10 kişiyle normal normal konuşurken "ben küçükken Emel Sayın'a aşıktım" sözüme karşılık bu 10 kızın 6'sının "ben de Kayahan'a aşıktım yaa" diye söylemesi, beni bu yazıyı yazmaya itti. İlk duyduğumda şaka yapıyorlar sandım, yok gerçekmiş. Düşündüm kendimi onların yerine koydum, olmuyor ne yapsam ne etsem Kayahan sempatik gelmiyor bana, kıvırcık saçlarından desem veya tombik yanakları mı desem içinden çıkamadım. Romantik şarkılardan mı diye düşündüm sonra ee herkes söylüyor niye Kayahan ulan diye kahırlara sürüklendim. Açıkçası mantıklı bir sebep bulamadım. Ama 1986-1991 arası doğan kızların ne garip tercihler yapabildiğinin de bir göstergesi veya kimlere aşık olabildiklerinin. Bu nesil bence çok fantastik bir nesil, ne yapsalar şaşırmam. Hani bazen görüyorsunuz "o adam o kızı nasıl tavlamış abi" diye söylenip ben nerede yanlış yaptım acaba diye düşüncelere sevk oluyorsunuz ya, yapmayın öyle şeyler. O kız, kesin bu Kayahan'a aşık olan nesildendir. Sorsanız o kıza küçükken kime aşıktın diye kesin Kayahan der, kayahan demezse Adnan Şenses der. Bu neslin kızları her ne kadar Kayahan'a da aşık olsalar küçükken, değişik tercihleri de olsa, güzel bir nesildir, severim. Sonuçta ben de küçükken Emel Sayın'a aşıktım, o da değişik bence. Ben de bu neslin erkeğiyim ve bu nesilden bir kızla evlendim sonuçta, fazla eleştirmek istemiyorum. Ama Kayahan ya Kayahan diyoruz, aşk diyoruz, hayattan soğuma sebebi. Bu yazıyı okuyup da küçükken Kayahan'a aşık olan varsa lütfen açıklasın. Hem yazıyı bitirmeden bir sebep buldum neden aşık olduklarına dair. Galiba Kayahan'a aşk şarkılarını kendilerine okuyor sandılar yazık...

14 Aralık 2013 Cumartesi

Biraz Sonra Öleceğini Bilmek

Sanırım insanın başına gelebilecek en hüzünlü durum, biraz sonra öleceğini bilmektir. Düşününce; biraz sonra ölecek kişinin gözlerinin içine bakmak, onun nefesini son defa senin gözlerinin önünde verecek olması düşüncesi bile insanın içini sızlatıyor.
Senin sabah çalan alarmla tatlı uykunu 5 dakika ertelemek için gösterdiğin çaba takdire şayan, mutlaka çok zor bir durum olmalı uyanmak. Peki sabah uyandığında idam edileceğini bilen ve son uykusuna gözlerini kapatan bir insanın gece nasıl uyuduğunu hayal ettin mi hiç? O an için rahatlığı veya hangi hayvanın hangi tüyünden yapıldığı önemsiz olan yastığına kafasını koyduğunda aklından geçenleri. Bir kaç saniye düşün be adam, hiç olmazsa empati yap be kadın. Sabah, onu almaya gelen askerlerin ayak seslerini düşünün, infaz edilecek yere götürmek için gelen kalbinizdeki acı artmadı mı, küçük bir sızı geldi mi? Hele bir de suçu yoksa. Dayanılmaz bir acı olsa gerek. Yaşadığı en zorlu bekleyiş, sabah durakta dolmuşu beklerken geçirdiği 3 dakika veya okulda sözlü sırası beklemek olanlar bu acıyı ancak hayal edebilirler, gerçeğini varın siz düşünün.
Kim ne düşünür bilemem ama idam edilecek kişinin işlediği suçun büyüklüğü, benim için pek birşey ifade etmiyor. Şeriattan kalma, insanlık dışı, vahşi bir cezalandırma yöntemi bu. Bir insanın cinayet işlemesinden daha kötü bir şey varsa, o da devletin planlı ve yasal olarak cinayet işlemesidir.

12 Aralık 2013 Perşembe

Galatasaray- Juventus 11.12.13 Anısına

Böylesi bir günde büyük zaferi kaleme almadan olmazdı...
Olsa olsa Reina'da saat 23:15'te rezervasyonu olduğunu düşündüğüm Portekiz'li hakemin 31.dakikada maçı durdurup soyunma odasında kalorifere elini tutup geldikten sonra topun sahadaki gidişini bile kontrol etmeden içeri girmesi ve Uefa Başkanı Michel Platini'nin hakem içerideyken telefonla yaptığı görüşmede maçı oynatmamasını ve daha ağır bir zeminde 1 gün sonra oynanmasının, artık herkesçe bilinen katı italyan futbolunun (0-0) ekmeğine yağ süreceğini, buz tutan Türk Telekom Arena cehennemini tezahüratlarıyla ısıtan taraftarın ancak ertesi gün saçma bir saatte o stada gelemeyeceğini ve bu nedenlerle maçın öğle saatlerinde oynanmasının uygun olacağını talimat vermişti. Oysa ki Türk Telekom Arena tribünleri amele doluydu. İndir 100-200 tane temizlesinler. Aklınca, ertesi gün tribünlerin boş, sahanın çamur deryası, Galatasaray futbolcularının morallerinin bozuk ve sonunda 0-0 'ı elde edip turu geçecek Juventus olacaktı.
Perde arkasında ise yandaş medyanın ve at gözlüklü spor yazarlarının görmezden geldiği, görse bile oturdukları koltuğun sevdasından dile getiremediği, ancak artık Şampiyonlar Ligi'ne dahi el atabilen Fransız- İtalyan bahis + para+ şike oyunları vardı. Kısacası tadı damağımızda kalan, umutsuzluğa gömüldüğümüz bir Salı gecesi vardı.
Çarşamba günü saat 15:00'da ise sahada doldur- boşalt ile oynayacak toplamda 6 stoper, 2 uzun boylu pivot santrafor ve sağda solda ve orta sahada kar topu oynayan figüranlar vardı. Juventus eli mahkum 1.95'lik kulesi Llorente ile oynamaya çalıştı. Ancak maç sonunda; "Galatasaray Avrupa fatihidir" ifadelerini kullanacak Gökhan Zan'ın bire bir oyunuyla hava toplarının çoğunu kaptırmadı Galatasaray. Juventus bir süre Tevez liderliğinde üstünlük kursa da G.Saray savunması üzerine çok iyi çalıştığı 3-5-2 ve 5-3-2 formatının gerektirdiği kademe anlayışını çok iyi uygulayarak gol yemedi. Zemini gören bir çok kişi bu sahada "golü atan kazanır" demişti. 85 dakika Llorente'nin yapamadığını Drogba tecrübe ve ustalığını birleştirdiği anda golü attırdı, işi bitirdi. Sneijder’ın vuruşu İtalyan tarzıyla İtalyanları yenme rehberinin son sayfası misaliydi. Ne de olsa Sneijder uzun süre hem İtalya Ligi’nin hem de Avrupa’da İtalyan futbolunun kralı olmuştu. 
Bu arada 21 yıl sonra G.Saray, İstanbul karından 18 Mart 1992’nin tarihsel intikamını da almış oldu. 18 Mart 1992’de Rotariu ile Taner, Werder Bremen ve ‘Kar’a golü atabilseler tarihe geçeceklerdi, Sneijder attı Galatasaray Juventus'u 1-0 yenerek tur atladı ve -6 averajla tur atlayan ilk takım olarak tarihe geçti! Italyanlara "mamma li turchi" (annecim Türkler) lafini yeniden hatirlatan Hollandalı Sneijder tarihe geçti!
Artık Aydın Yılmaz Şampiyonlar Liginde oynayacak ama Pirlo, Shaktar Karagandy deplasmanına falan gidecek düşünsene. 


7 Aralık 2013 Cumartesi

Beyaz Şeker

Kısa şortlarımızla sokakta bilye oynarken en çok onun yavaş adımlarıyla mahallemizden geçişini severdik. O, sokağın başındaki yeşil evin yanı başında belirir belirmez oyunu bırakıp etrafını sarardık. O anlardaki gülüşü hala aklımda. Açık sarı yeleğinin sarkmış ön cebinden şeffaf bir poşet çıkarıp, üç parmağının ucuyla, küçük beyaz şekerlerden dağıtırdı. Kimisine ikili gelir, hak geçmesin diye tekli gelenlere birer tane daha dağıtırdı. Kimi zaman yeleğinin tüyü de çıkardı o poşetten, görmezdi. Biz de görmezdik, kimse görmedi. Dünyanın en temiz en tatlı şekeriydi.

6 Aralık 2013 Cuma

Aşk-ı Memnu'nun 3. Tekrarını İzleyen Kız

Her yaz Haziran ayı ile birlikte Aşk-ı Mennu'nun tekrarlarını yayınlıyor Kanal D bilirsiniz, inşallah izlemiyorsunuz da en azından kanal zaplarken göz ucuyla denk gelmişliğiniz vardır. 
Yaşları 0 ila 60 arasında değişen bir çok kız malum kanalı açtıklarında "Oleyyy, Aşk-ı Memnu" sloganları atarak tüm öğleden sonralarını Behlül, Bihter ve Boynuzlu Adnan üçgeni içinde geçirmeye başladılar. Türkiye'de yayınlanan dizilerden hiçbirini takip etmesem de yetişkin bir insanın Aşk-ı Memnu'nun tekrarının yayınlandığını duymaması mümkün değil. Çünkü sosyal medya devamlı elimizin altında ve dizileri takip eden büyük bir kitle var. Anlam veremiyorum, nedir bu Aşk-ı Memnu'ya olan ilgi? Doktorlar dizisinden ne farkı var amına koyim. Ha Kutsi, ha Behlül ne farkeder diyorsun, (tabi diyemiyorsun). Farkın ne olduğunu anlamasam da Aşk-ı Memnu kitlesi diye bir şey var. Birleşseler, dizinin isminin baş harflerinden oluşmamak şartıyla (AMP tövbe estağfurullah) parti kursalar iktidar olurlar. Türk dizilerini takip etmeyerek ortalama bir Türk erkeğinden daha az meşe palamudu olduğum gerçeğini göz önünde bulundurarak, yazının sonlarına gelmeme rağmen hala Aşk-ı Memnu'ya olan ilgiyi anlayabilme kudretine erişemedim. Ben bir tek bölümünü bile izleyemezken, ey Türk kızı sen bu dizinin 3. tekrarını ilk defa izliyormuş gibi takip ediyorsan, tekrarı üzerinden bile dedikodu yapabiliyorsan sana da çok büyük saygım var. Ha bir de eksik araştırmadıysam eğer, dizi bu yaz 17.bölümden mi ne başlamış, Kanal D direkt olaya girmiş, onlar da işini biliyorlar vesselam.

5 Aralık 2013 Perşembe

Şıpsevdi

Çocukluğumuzun içerisinde yazılanlara yaşımız itibariyle bir anlam veremediğimiz sakızlarından biriydi. O zamanlarda favorim olan "göz yaşartıcı sakız" dan sonra en sevdiğim sakızdı Şıpsevdi. 
Zaten, sevmemek mümkün değildi; tadı pek güzel değildi ama bu pek de mühim değildi, nasıl olsa birkaç dakika içinde aromasının kaybolmasıyla saman çiğnemeye başlardık. 
Mevzu bahis, sakız kutusundan "fal niyetine" çektiğimiz Şıpsevdi'nin içinden çıkan o aforizma ve vecizelerden oluşan kağıtlardı.
 Küçüktük o zamanlar, hem komik, hem garip gelirdi bize; çünkü "Aşk birlikte maç izlemektir" de yazardı orda, "Aşk birbirine kızgın olduğunda bile öfkeyle hareket etmemektir" de. Her ne kadar birbiriyle tamamen alakasız örnekler olup o kafayla aralarında bir bağ kuramasak da almaktan vazgeçemezdik işte; saçma ama kaydedelim hafızaya, lazım olur belki sevgili yapınca diye düşünürdük. O yaşlarda aşkı tanımayan çocuklara, Şıpsevdi'nin içerisinde "Aşk, Flash TV'yi açıp karşılıklı halaya durmaktır" veya "Aşk, elektrik faturası dağıtan postacı gibi sevdiğinin peşinden koşmaktır" tarzında gerçekçi ve işe yarar mesajlar verilseydi aslında aşkın "Daha tamamlanmamış tüp geçitten geçerken parende atıp tinercilere selam durmak" kadar saçma bir şey olduğunu çok önceden anlardık...
Onlara göre büyüdüğümüzde, güya, o sakızın içinde resmedilen o kare bizim olacaktı, gerekirse kızlar saçını turuncuya boyatıverecekti tabii, ne olacaktı?
 Zeytinin yağını çıkartıp, sonra da o yağı tekrar zeytinin üzerine dökerek yiyen ve henüz yeterince saçmalayamamış bir nesil, bu sakızla büyüdük; sakızcılık sektörü bizim için elinden geleni ardına koymadı arkadaşlar. 
Aranızda hala ikili ilişkilerde sıkıntı yaşayanlar varsa; tamamen kendi problemidir bu kesin. Peki, aşkı o çocuksu aklımızla bizim için bu kadar sevimli hale getirdin, bir yandan da ölümsüzleştirdin, devamlı aynı çifti maceradan maceraya sürükledin, neden adını “Şıpsevdi” koydun?

 Bunun cevabını veren yok.

4 Aralık 2013 Çarşamba

İsveç 2.Liginden Bir Takımın İdeal 11'ini Sayabilen Kız

1991 yılında Fifa Bayanlar Dünya Kupası oynanmaya başladığından bu yana, tüm dünyada bayanların da futbola ilgisinin artması konusunda reklamlar, kampanyalar aldı başını gidiyor. Türkiye Futbol Federasyonu'nun radikal bir kararla, seyircisizi oynama cezası verilen takımların maçlarına sadece bayanların ve çocukların tribünlerde yerini almasına izin vermesi de bu konudaki uygulamalardan sadece bir tanesi.
Erkeklerde ise bu konuya bakış açısı biraz farklı. Büyük bir çoğunluk, futboldan anlayan, ofsaytın ne anlama geldiğini bilen, İsveç 2. Liginden bir takımın ideal 11'ini sayabilen kız modeli hayali kurarlar. Bilader hiç düşünmüyor musun, senin aradığın kriterlere sahip bir varlığın fiziksel olarak değil de ruhsal olarak hala kız olup olmadığını?
Bilimsel araştırmalara konu olabilecek tezler ileri sürenleri bile var bunların; en son oynanan Fenerbahçe- Beşiktaş maçında arkamızda oturan genç kızın erkek arkadaşına gayet ciddi ve soğukkanlılıkla sorduğu soruda görüleceği üzere;
- Aşkım yaa neden 6 forvetle çıkmıyolar kii?
+ Ohaaa ?!
İşte tüm bu futbola dahil olma çabalarının cezasını çekiyoruz şu an toplumca. Hayatını, yaşam tarzını erkeklerin arzularına göre şekillendiren bazı kızlar, maalesef futbolu kullanarak; erkeklere yavşama, hemcinsleri içerisinden sıyrılıp erkeklerin ilgisini çekme, kısacası marjinal görünme amacı ile, birden bire futbol manyağı kesildiler.
Feysbuk ve Twitter duvarlarına, ”Fenerbahçeliler bilmem kaç adım öndedir”,  ”Hayatım sarı kırmızı” benzeri şeyler yazmak gibi, saçma sapan hareketlerde bulunan, nerde yakışıklı futbolcu varsa isimlerini bir şekilde öğrenip resimlerini paylaşan, ofsaytın ne olduğunu bilmeyi büyük bir meziyet sanan, futboldan gerçekten anlama ihtimali, dünyaya puding olarak gelme ihtimalinden daha düşük olan bu kızların sayısı maalesef gün geçtikçe artıyor. Üstelik bu şekilde kendi takımını tutan erkeklerin ilgisini çektiklerini veya hemcinslerinden üstün olduklarını sanıyorlar ya, ne kadar itici olduklarının farkında bile değiller. 
Bunun sorumlusu da suçu hiç kimseye atmadan kabul edelim ki maalesef biz erkekleriz. Ülkemizde, futbol ile bayanları aynı sohbete gark etmenin böylesine saçma sonuçlar doğuracağını tahmin edemedik.
Kızlar, kızlarımız, biz bir hata ettik. Lütfen, uzak durun la futboldan. Anlamıyorsanız, rol yapmayın, kendiniz olun.

3 Aralık 2013 Salı

Nazilli taraftarı için Ankara, Nazilli fark etmez

1999/2000 sezonuydu, o zamanki adıyla "Yeni Nazillispor", aralarında ezeli rakibi Aydınspor'un da bulunduğu Türkiye 2.Ligi 2.Grupta mücadele ediyordu. Lig mücadelesinden ziyade o sezonun Nazilli'li taraftarlar açısından bambaşka bir önemi vardı. 
1999 yılının Ekim ayının 27'sinde, tam da 13. doğum günüme isabet eden günde Türkiye Kupası'nın ilk maçı için Nazilli Şehir Stadyumu'nun çimlerine Kuşadası Spor futbolcuları karşısında ayak basan futbolcular, tribünde biz taraftarlar, protokolde kulüp başkanı ve yöneticiler o gün başlayan Türkiye Kupası macerasında çeyrek final oynamak bir tarafa dursun, bir kaç tur geçebilmenin bile mucize olacağına inanıyorduk. 
O gün hakem Mehmet Polat'ın yönetimindeki karşılaşmaya hızlı başlayan takımımız, 16.dakikada defanstan çıkıp golü bulan Cengiz ve 41.dakikada yine bir defans olan Adana'lı Güven'in vuruşuyla 2-0 öne geçti. Maçın 2.yarısının başında Şükrü (nam-ı diğer Baba Şükrü)'nün yerine oyuna dahil olan, o zaman henüz 22 yaşındaki Onur Yeniyurt'un 76.dakikada bulduğu golle maçı 3-1 önde tamamlayarak Türkiye Kupası'nın ilk maçından galibiyetle ayrıldık.
2.tur kura çekimi sonunda bizim için hiç de kapalı kutu bir takım olmayan, ezeli rakibimiz, ebedi dostumuz Aydınspor karşımızdaydı. Atamızın 61. ölüm yıl dönümünde 10 Kasım 1999 tarihinde Nazilli Şehir Stadyumu'nda oynanan karşılaşmayı, açılışını ve kapanışını Murat Deymeci'nin yaptığı gollerle 5-2 kazanarak adımızı bir üst tura yazdırdık.
3.tur kura çekimleri yapıldığında TRT 1 ekranları karşısında biz taraftarlar, o gün kura çekiminde Ankara'da bizzat bulunan yöneticiler ve kura çekimini takip eden kulüp başkanı dahil tüm futbol kamuoyu "Yeni Nazillispor- Gençlerbirliği" eşleşmesine şahit olduklarında Türkiye Kupası macerasının buraya kadar olduğunu, Gençlerbirliği maçının futbolcular için vitrin maçı, taraftarlar için 1.lig takımlarından birinin futbolcularını görme fırsatı olduğunu düşündüler. O gün kendilerine hiç şans verilmediğini gören fakat inancını kaybetmeden 15 Aralık günü sahaya çıkacağını hayal eden 11 futbolcu vardı.
Kalede Murat, defansta İsmail, Süleyman, Güven, Bülent, orta sahada küçük Mustafa, büyük Mustafa, Hasan, forvette Mehmet, Onur ve taraftarın sevgilisi golcü Mustafa Ceviz. 
Rakip ise o zamanlar sahada en çok koşan, Türkiye 1.liginin en hırçın, en genç takımlarından Gençlerbirliği. Kadrosunda kimler yok ki...
Daha sonrasında Fenerbahçe'nin kaptanlığını yapan Ümit Özat, defansın ortasına kalbini koyan Tolga Doğantez, 98 Dünya Kupası'nda Güney Afrika adına oynayan Alfred Phiri ve Ngobe, tabi en önemlisi de sarı saçlarıyla "Gurbetçiyim" mesajını fazlasıyla veren ve top sakallarından asla vazgeçmeyen, şimdilerde Survivor sendromunu üzerinden atamayan ancak bilinen tabiriyle Türk futbolunun gelmiş geçmiş en iyi son vuruş ustalarından Ümit Karan.
Gençlerbirliği futbolcuları için adını bile duymadıkları futbolculardan oluşan Yeni Nazillispor karşısında turu geçememeleri veya kendilerini zora sokacak bir sonuca maçı gebe etmeleri düşünülemezdi bile maç öncesi.
Ancak bu oyunun adı futboldu. Yer Nazilli Şehir Stadyumu, maçın saat 12:30'da oynanması sebebiyle tribünlerde içlerinde bizim de müdahil bulunduğumuz okullarından kaçarak gelmiş yüzlerce ilköğretim ve lise öğrencisi, stadın giriş turnikelerinden ancak kendisinin geçebileceği genişlikteki kapılardan geçmeye çalışan büyüklerine "abi beni de al" diye yalvaran binlerce küçük çocuk, kimisi Ümit Karan'ı yakından görmeye, kimisi de takımının turu geçeceğine ihtimal vermese de tezahüratlarıyla Nazilli'sine destek olmaya gelmişti.
Maça son derece dirençli başlayan Yeni Nazillispor takımı kontrolü eline alıyor ve forvetleri ile henüz maçın ilk yarısından Gençlerbirliği defans oyuncularını çok zor durumlara sokuyor ve 25 dakikada 2 Gençlerbirliği stoperine sarı kartı aldırıyordu, golsüz tamamlanan ilk devrenin ardından futbolu Akhisar Gençlik Spor'da bırakan Avusturya doğumlu Mustafa Karakaya'nın 56.dakikada Gençlerbirliği filelerini havalandıran golü sonrasında, genç yaşlı, kadın erkek, protokolde başkan ve yöneticiler dahil o gün stadı dolduran, ayakta izleyen seyirciyle birlikte 5.500 Yeni Nazillispor taraftarı küçük çaplı bir depreme sebep oluyordu Nazilli'de.
Golden sonra savunmaya çekilen Yeni Nazillispor tüm direnişlerine rağmen 82.dakikada Ümit Özat'ın golüne engel olamıyor ve maç 1-1 sona ererek 15'er dakikadan toplam 30 dakika sürecek olan uzatma dakikalarına, sessiz devam eden uzatmaların ardından da penaltı atışlarına geçiliyordu. Maç öncesinde turu geçebilmesine yurt dışı bahis sitelerinde 1 e 18 verilen Yeni Nazillispor, bir mucizeyi gerçekleştirmeye sadece 11 metre uzaklıktaydı. Güven Karacasu, Mustafa Ceviz, Süleyman Dövez, İsmail Ergin'in gole çevirdiği 4 penaltı atışına, Gençlerbirliği'nde sadece Ümit Karan cevap verebildi ve bir yıl sonra 2000 Uefa Kupası finalinde Galatasaray'ın Arsenal'i sahanın çimlerine gömdüğü penaltı atışlarının provası Yeni Nazillispor tarafından Gençlerbirliği karşısında, hem de Nazilli Şehir Stadyumunda yapılmış oldu.
Tarihler 4 Aralık 2013'ü gösterecek, şimdiki adıyla Nazilli Belediyespor'un rakibi 14 yıl aradan sonra yine bir Aralık ayında, yine Türkiye Kupasında Gençlerbirliği, tek fark maçın oynanacağı stadyum, Nazilli taraftarı için Ankara, Nazilli fark etmez. Bizler inandık, neden olmasın?

2 Aralık 2013 Pazartesi

Sevmiyorsa Bitmiştir

Adem'in uzattığı elmayı Havva'nın yediği günden bu yana, “sevmek” denen kelime; yüzlerce, belki de binlerce anlamda, kimisi için umulmayan zamanlarda, genellikle de olur olmaz yerlerde kendine konuşlanacak bir yer bulmuş, bazen bir ihtiyaç, bazense bir gereksinim olarak, kimisi için ılık bir duş, kimisi için kaynar suyla başımızdan aşağı boşaltılan su misali "Tsunami" etkisi yaratarak hepimizin başından geçmiştir. İşte bu noktada "sevmek", insanoğlunu aciz, zayıf ve devamlı mutsuz kılma eylemine zorunlu olarak yelken açtırmıştır. Çıkmaza giren insanlar, bu görünmez noktaları birleştirmek için “beni neden sevmiyorsun?” sorusunu kalkan olarak kullanmış, bu sorunun cevabını duymaktan ziyade, kendini ya duymak istediği yepyeni bir yalana inandırmak istemiş ya da “seni hala seviyorum” masalına inanmak istemiştir. Bu durum, insanın hali hazırda içerisinde olduğu konumu mütemadiyen iki kat daha yerin dibine sokarak, ucu açık, tedavisi bir bilene danışılarak çare etmeyen yaralara sebep olmuştur.
Yalnızlığın gri dünyasında bir başına yetinebilen insanları ayrı tutarak, umut ettiği şeylerin, sihirli bir değnek değmişcesine değişime uğramasını bekleyen insanları işin içine katarak, değişmesini umut ettikleri dünyalarının bir an önce kendilerine dahil olmasını bekleyen insanlar bu durumun en bariz örnekleridir. İçinde bulunduğu dünyayı değiştirebilen insan ise, bu dünyada çıplak ayakla ateşte yürüyebilen, “beni neden sevmiyorsun?” sorusunu sözlüğünden çıkarıp “sevmiyorsa bitmiştir” cümlesini kullanıp, ipleri kendi eline almıştır bile. Mutluluk belki de en çok bu zamanlarda, bu adamların yanındadır. Kattiyen b"aşk"asının değil. 



Listeden Kaldıran Öğretmen

"Parmakları indirin listeden kaldırıyorum" diyen öğretmen, öğrencilerin öğrenim hayatı boyunca en çok korktuğu öğretmen tipi olmuştur. Bu öğretmenin dersinin olduğu gün, diğer dersler önemsizdir. O günün anlamı artık bu derstir. Hatta o gün, haftanın en sevilmeyen günüdür. Öğretmenin soru sormak için sınıftaki öğrencilerin isimlerinin yazılı olduğu yoklama listesine göz gezdirdiği dakikalar, en gergin, en heyecanlı anlardır. Sınıfın bir kaç ineğinin parmak kaldırması ile bir süre umutlanırsınız bu kişileri kaldıracak diye, ancak öğretmenin ”Parmakları indirin listeden kaldırıyorum” demesi tam bir ruhsal çöküş yaşatır. Ders kazasız belasız atlatılınca, büyük bir rahatlama gelir öğrenciye. Ta ki bu öğretmenin bir sonraki dersine kadar. Eğer haftanın bir değil de birkaç günü bu ders varsa veya bu uygulamayı yapan birden fazla öğretmen varsa, öğrenim yılı kabusa dönüşebilir. Öyle bir psikolojidir ki bu, alışmak diye birşey yoktur. Her seferinde aynı stres yaşanır. Benim dönemimde durum böyleydi, muhtemelen pek birşey değişmemiştir.

1 Aralık 2013 Pazar

2002 Dünya Kupası'nı İzleyebilen Nesil

Ne Kosta Rika ne de Çin, ne de sambacı Brezilya. Duysun sesimizi şimdi dünya, kulak versin yıldıza aya.
Evet arkadaşlar artık kendimize efsane diyebiliriz. Şimdiki sabi sübyanlar, o günleri hatırlamazlar. Onlar Türkiye’yi Dünya Kupasında hiç izlemedi. Aradan geçen 11 yılda gerçekleşen iki Dünya Kupasına da katılamadık malesef. Hatta 2014’e de katılamıyoruz. Yani bizim için en erken Dünya Kupası 2018. Yani iki kupa arası tamı tamına 16 yıl. Biz 2002 Dünya Kupasını izlediğimiz zamanlarda doğan bir çocuk, o zaman 16 yaşında olacak. Tabi 2018’e katılabilirsek. Kendimizi işte bu yüzden, efsane nesil olarak nitelendirebiliriz. Bir daha ne zaman böyle bir nesil geleceği meçhul. Üstelik tarihimizin en özel, en enteresan Dünya Kupasını izledik. Sabahın köründe oynanan maçlar yüzünden, okuldan kaçtık. Bazı insanlığıını kaybetmemiş öğretmenler, okuldaki televizyondan topluca izlememize izin verdi. Şimdi efsane oyuncu olarak Messi, Cristiano Ronaldo izlenirken, biz o zamanlar, Gerçek Ronaldo’yu, Rivaldo’yu, Bergkamp’ı, Bierhoff’u, Oliver Kahn’ı, Lizarazu’yu, Zidane’ı, Figo’yu, Batistuta’yı en verimli zamanlarında izledik. Hatta Ronaldinho’yu büyük bir yıldız olarak ilk kez dünya sahnesinde gören nesil de biziz. Hakan Şükür’ün 11. saniyede Güney Koreye attığı, Dünya Kupaları tarihinin en erken golünü, İlhan Mansız’ın, Roberto Carlos’u gökkuşağı hareketi ile geçişini gördük. Yine İlhan Mansız'ın Senegale'e attığı gol sonrasında altın gol ile maç kazanmanın nasıl bir duygu olduğunu gördük. Ümit Davala’nın, farklı görünüp hafızalarda yer edebilme telaşı ile yaptığı at yarrağına kelebek konmuş görüntüsü veren saçma sapan saç stilini izledik. Güney Kore ve Japonyadaki şehir ve stadyum isimlerini ezberledik. Türk milli takımının tarihindeki en büyük başarısına şahit olduk. Ve daha niceleri... Bir daha ne zaman katılırız bilmiyorum. Bu konuda da çok ümitli olduğum söylenemez. Katılsak da 2002’de ki kadar özel olmayacaktır ama herşeye rağmen bir gerçek var ki, biz artık efsane nesil olduk.

Türk Milletinin Nokia 6600 İle İmtihanı

2000'li yılların başlarında, cep telefonları, ilkokul çağındaki çocuklara kadar ulaşmıştı. İlk yıllarda, yılan oyununu oynayanlar, sonrasında renkli ekrana geçiş ile birlikte, türlü türlü bulmacalar, polifonik sesler ve temalarla hayatına renk kattı. Ardından, en büyük devrim gerçekleşti ve kameralı telefonlar girdi hayatımıza. Bunları satın almak kolay değildi. Fiyatlarının yüksek olmasından mütevellit, babalar çocuklarına kolay kolay alamazdı. İşte tam bu yıllarda, şimdilerin I- Phone’larından çok daha fazla rağbet gören, teknolojinin tepe noktası olarak görülen, Nokia 6600 çıktı. Bu telefona sahip olmak yetişkinlerde olmasa da, o zamanlar biz lise çağındaki öğrenciler için, gelinebilecek en yüksek mertebe idi. Öyle bir telefondu ki, çeşitli programlarla mp3 oynatmasını sağlayabiliyorduk, birbirinden güzel oyunlar yükleyebiliyorduk. Dilediğimizce kişiselleştiriyorduk. Kaliteli videolar çekebiliyorduk. En önemlisi de mobil pornolarla tanıştık. Telefon sahibinin yüklediği pornoyu, telefonun başına 7-8 kişi toplanma sureti ile izlediğimiz günler yaşadık. Ne mükemmel birşeydi elinin altında sürekli porno bulundurmak. Tabi bir de kafa kesen Çeçen askerlerinin videosu olmazsa olmazdı. Herhalde, bu teknolojiye ulaşmamız ile birlikte yaptığımız ilk işin telefonlara kafa kesme videosu ve porno yüklemek olmasının nedenleri de bir tez konusu olabilir. Neden film değil, klip değil de kafa kesme ve porno  Bu da ayrı bir mesele.